Duyacağınız en ilginç salgın olan Dans Vebası !

05.02.2021
Blog Başlık

Popüler kültürde bilinen adıyla Dans Vebası, Ortaçağ süresince etkili olmuş salgın hastalıklardan bir tanesidir. Tıpkı Kara Veba gibi, geniş bir tesir alanı içerisinde, değişik zamanlarda Avrupa toplumlarının yaşamını sarsıcı etki göstermiştir.

Bir antik fenomen olarak dans vebası klasik hastalıklardan farklı özellikler taşımaktaydı ve bu kendine has belirtiler içerisinde en bilineni yorgunluktan ölene dek dans etmekti.  İlk etapta bir hastalık olarak değerlendirilmeyen salgının kurbanlarda ortaya çıkardığı etkiler günahkarlık ve iman zayıflığıyla ilişkilendirildi. Ancak ilerleyen yüzyıllarda din adamlarını da kapsayacak şekilde artan ölümler konuya dair yeni tanıların konulmasını zorunlu kıldı.

Bugün Avrupa tarihinin gizemli noktalarından birisi olan dans çılgınlığı hakkında birçok çalışma ortaya konmuştur. Hastalığın sebeplerini öğrenmede bu çalışmalar önemlidir.

Dans Çılgınlığı veya Dans Vebası kavramları tanım olarak irdelendiğinde, Yunanca’da Dans anlamına gelen “Choros” ve Çılgınlık anlamını taşıyan “Mania” sözcüklerinin birleşiminden [Chorosmania] oluşmaktadır.

Salgına Dans Vebası adının konmuş olması rahatsızlığın yarattığı tahribatı aksettirmede dikkate değer bir noktadır. Zira Ortaçağ tarihinin en büyük salgını Hıyarcıklı Veba adıyla da anılan Kara Veba idi. Tanrının gazabının bir yansıması olarak değerlendirilen hastalığa uzun yıllar önlem alınamadığı gibi, bu salgınla ilişkilendirilen birçok kadın da cadı yaftasıyla engizisyonlarda yargılanarak yakılmıştı.

Dans Vebası vakalarında esas vebadan farklı olarak, vücutta şişlik ve morarma gibi fiziksel emareler gözlemlenmiyordu. Ancak sonuçları kara veba kadar öldürücüydü.

Hastalığın Seyri

Dans Vebasının ilk kez rapor edildiği kronikler Ortaçağ dönemine tarihleniyor. 1374 ve 1518 tarihleri arasında salgının uzantısı birçok vaka, değişik coğrafyalarda kayıt altına alındı. 1374 yılına gelindiğinde, ilk kez binlerce insan ızdırap içinde ölüm için dans etmişti. Salgın, takip eden süreçte Almanya dışına, Fransa ve aşağı ülkelere de sarktı. Birkaç yıl sonra, bu ilk atağı aylarca sıçrayarak ölen bir grup Avrupalının trajik sonu izledi. 1428 yılında patlak veren bu salgında İsviçreliler muzdarip olmuşlardı.

Hastalık üç asır boyunca Hollanda, Fransa ve Almanya gibi ülkeleri, artçı şokları itibariyle de tüm Kıta Avrupası’nı kavurdu. Dans çılgınlığı, psikolojik bir sorun olarak ele alınmakla birlikte, kültürel formları itibariyle devrin günlük yaşamını sekteye uğratan, sosyo-kültürel bir rahatsızlıktı. Yayılma süreci açısından irdelendiğinde hastalık psikolojik temelli etmenlerle hızla yayılıyordu. Tıpçı Paracelsus da Deliliğin Kitabında benzeri rahatsızlıktan muzdarip insanlardan bahsetmekteydi. 

Münferit olay olarak değerlendirilemeyecek ölçüdeki bu hadiseleri takiben, ardıl vakalar, 15. asırda görülmeye devam etti. Dans Çılgınlığıyla bağlantılı ilk büyük salgın ise, 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa özelinde hızla yayılma gösterdi. 1518 yılının yaz aylarında Strasburg kenti sakinleri ilk kez bu ilginç hastalığa yakalanmış insanlarla karşılaştılar. Öncül emareler, Frau Troffea adlı bir kadında gözlemlendi. Troffea bir yılbaşı kutlaması akşamında, yanında kocasıyla birlikte festival alanına gelerek ansızın dans etmeye başladı. Önce kocası, ardından da 4 gün içerisinde 33 kişi Bayan Frau’ya eşlik etti ve 1 ay içerisinde sayıları 400’lere dayanan uzun süreli dans eden bu gruptan kurtulan olmadı. Frau sürekli dans etmesi nedeniyle ateşler içerisinde kalmış,  diğer eşlik eden kurbanlar gibi kalp sektesine uğrayarak hayata gözlerini yummuştu. Frau ve beraberindekiler ayrıca dans ettikleri ilk 3 gün süresince dehidrasyona [Vücudun su kaybetmesi] da uğramıştı. Bu gelişme üzerine kentte dans etmek ve dışarı çıkmak bir süreliğine yasaklanmıştı. Ancak yasak döneminde kuralı ihlal eden kişiler görüldü. Bu kişiler de ihtiyaten, karantinaya alındılar.

Yüzyılın sonlarına doğru, Güney İtalya’nın Taranto beldesinde bir spesifik vaka daha meydana geldi. Ancak bu defa ölümlerin sebebine yönelik ilk kapsamlı görüş de dile getirildi ve salgının zehirli bir böcek ısırığıyla bağlantılı olduğu iddia edildi. Bu çerçevede salgının bölgeye özgü bir örümcekten yayıldığı iddiası halk arasında taraftar topladı.

Benzer anomaliler birbirlerini tetikleyerek İsviçre, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde 1518 yılına dek etkisini sürdürdü. Bu aralıkta gözlemlenen olaylardan birisi de, meşhur halk hikayesi Hamelinli Kavalcının Öyküsü [Fareli Köyün Kavalcısı] ile benzerlikler arz etmektedir. 1237 yılında bir grup çocuk Erfult-Arnstad arasındaki tüm yolu şarkı söyleyerek ve zıplayarak kat etmişti. Çocuklar yolun sonuna vardıklarında ise tükenerek yere yığılmışlardı. Hadise, çocuklarda belli belirsiz bir titreme tiki geliştirdi ve kalıcı hasar bıraktı. Kavalcının mistik öyküsünde olduğu üzere, transa girmiş kurbanların bu ironik şenlik haline zaman zaman müzisyenler eşlik ediyordu. Ancak genellikle müzisyenlerin akıbeti de aynı minvalde son buluyordu.  Dansçıların dans etmek istediklerine dair bir kanıtın bulunmayışı da dansçı mağdurların sürece gönülsüz katıldıkları fikrini doğurmaktadır. 

Hastalık genellikle arazlar gösteren kişilerin saatler, günler, haftalar, hatta aylar süren bir dans maratonuna girmesiyle başlıyordu ve tıpkı vücudu laktik asit biriktirmeyen atların yorgunluklarının farkına varmaksızın çatlayarak ölmesi gibi, dans etmekten bitap düşen mağdurların yere yığılmalarıyla kriz son buluyordu. Süreç esnasında çevrede bulunan diğer kişiler hastaların danslarına katılıyor ve bu sayede ölüm kervanı büyüyordu. Kriz anında rahatsızlığın bir başka dışavurumu olarak şarkı söylemek, bağırmak ve ağlamak türü belirtiler de görülüyordu.

Salgının, Avrupa toplumlarının atlattığı en sert yoksulluk ve felaket dönemlerinde ortaya çıktığı göz önünde bulundurulacak olursa, yıkıcı etkinin daha radikal boyutlara vardığı fikrine ulaşılabilir. Zira 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın hemen başına tekabül eden bu dönemde, kurak yazlar ve büyük kıtlıklar Avrupa’nın tüm sosyo-ekonomik yapısını felce uğratmıştı. 

SONUÇ

Dans Vebası, sürekli dans eden kurbanların yorularak ölmelerine neden olan sıradışı bir hastalıktı. Tıp ilminin henüz yeterince gelişmediği çağlarda çok hızlı bir yayılma göstermiş, ve değişik tarihlerde salgın atakları olarak ortaya çıkmıştı. Süreç boyunca her yaştan ve cinsiyetten insanı ölüme sürüklemişti.
Bu gizemin üzerindeki sis perdesini aralamada başvurulan açıklamalar antropolojik bir bağlamda olagelmiştir. Modern tıbbın rasyonalitesiyle paralel gelişen din dışı açıklama gayretleri, salgına maruz kalan toplumların yaşadığı bölgedeki beslenme düzeni ve batıl inanışları mercek altına alınmışsa da, net bir sonuç belirleme hususunda çaresiz kalındığı açıktır.

Hastalık bugün çok bilinmiyor. Sanıyoruz ki bu durumda hadisenin inanılması güç detaylarla bezeli olmasının rolü var. Anca ortaya konan tezler aracılığıyla ileri bir tarihte fenomene ilişkin müspet bir açıklama getirileceği beklentisi içinde olunabilir.

Yurtlarda kalan öğrenciler haftasonları destekleyici kurslara katılabilmektedir.